30 Ağustos 2016 Salı

HAYATI MİNİMALLEŞTİRMEK


“… İşte içinize kavuştunuz, onu dış yaşantınıza mal ettiniz. Sadaka verdiniz. Sınıflaşma yarasına merhem oldunuz. Güçsüzleri korumadan yasaların işe yaramadığını anladınız. Güzel, şimdi evinize dönün ve kullanmadığınız için kendi kendine çürüyen ama aslında başkalarının ihtiyacı olan eşyalarınıza gözlerinizi dikin. Şimdi milyonları olanlara değil olmayanlara bakıyorsunuz. Gördünüz mü ne kadar zenginsiniz. Bu zenginliği kime mi vereceksiniz? Kimseyi bulamıyor musunuz? O zaman kımıldayın, hareket edin, bana kadar gelin, işte adresler.
 Böyle böyle çoğaltın söyleyeceklerimi. Ve böyle öyle bunları yapmadığınız sürece söyleyin nereye kadar yaşar, nereye varırsınız? Suyu kurumuş bir göl yatağında nereye kadar yürüyebilirsiniz? Kitapları yanıp kömür olmuş bir kitaplıkta yepyeni elbiseleriniz, kravatınız, boyalı ayakkabılarınızla ne işiniz var?”

Bu güzel ve anlamlı satırlar Cahit Zarifoğlu’na ait. ‘Yaşamak’ adlı eserinde kaleme almış bu satırları. Aslında bugün sizlerle paylaşmak istediklerimi anlatmak için başlangıç noktamı bu satırlar belirledi. Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki bu konuda nereden başlayacağımı bilemez bir haldeyken adeta rehber oldu bu satırlar bana.


Son zamanlarda özellikle sosyal medyada karşınıza sıkça çıkan bir kavram oldu; minimalizm… Ben de sık sık görüyor, merak ediyor, izliyor, okuyordum. Gündelik hayata yansıması “hayatı sadeleştirmek” şeklinde olan bir kavram… Gerçekten de sade bir hayatı işaret ediyor, ama her şeyiyle sadelikten bahsediyorum.  Yeme içmenizden, kıyafetlerinize, alışkanlıklarınızdan, çevrenizdeki insanlara, izlediklerinize, okuduklarınıza kadar her şeyden.
Bir araştırma sürecinden sonra uzun süredir ihtiyacım olan şeyin bu olduğuna kadar verdim ve ben de sadeleşmek istedim.  Böyle deyince komik gelebilir ama etkilerini görünce keyif alacağınızı garanti ediyorum.
Peki ben ne yapıyorum, nasıl yaşıyorum. Minimalizmin bendeki yansıması nasıl oldu, oluyor, olacak?
İş stresi, yoğun mesailer, hayatın zorlukları derken insan kendine zaman ayıramıyor, bu da mutsuzluğu beraberinde getiriyor.  Nefessiz kalmış hissediyorsunuz ve yaşam alanınız, kendinize ait zamanınız olmadığını görüyorsunuz. Tüm hayatınız başkaları için bir şeyler yapmakla geçiyor. İyi görünmek için güzel bir gardıroba sahip olmalı, saygı görmek için başarılı olmalı, patronun gözüne girmek için işbitirici olmalı, daha çok çalışmalı  vs. Hepimiz  aslında ne istediğimizi sorgulayamaz hale geldik. Bu da ister istemez kendimizi kanıtlama ihtiyacı doğuruyor bizde.  İşte bu noktada da tüketim kültürü bize renkli dünyasının kapılarını ardına kadar açıyor. Ve show başlıyor…


 SOSYAL MEDYA

Son zamanlarda akşam işten gelip, koltuğa kendimi atıp, kıyafetlerimi bile çıkarmadan telefonu elime alıp önce instagrama, sonra snapchate, sonra facebooka bakıp, sonra snapchati yenileyip yeni snaplarin atıldığını fark edip onları izliyor, sonra instagrama tekrar dönüp sayfayı yenileyince yeni fotoğrafların paylaşıldığını görüyor, zamanımı bu şekilde kısır bir döngü içerisinde geçiriyordum. Akşam dokuzda geliyor, abartısız on ikiye kadar kıyafetlerimi bile çıkarmadan bu şekilde bakınıp, sonra gözlerimdeki yanmaya daha fazla karşı koyamayıp, üstümü değiştirip, yüzümü yıkayıp yatağa kendimi zor atıyordum. Ve sabah yine aynı rutine başlıyordum. Aylardır başucumda duran aynı kitabı hala bitirememiş olmanın rahatsızlığını duymama rağmen telefonumu başucumdaki o kitabın üzerine koyup videoları izliyordum.  Bununla da  kalsa iyi, boş vakitlerimde dışarı çıktığımda arkadaşlarım ve erkek arkadaşımı dekor veya fotoğrafçı olarak kullanmaktan başka bir şey yapmayıp, çağımızın hastalığı “söz konusu yemeğin fotoğrafını instagrama yüklemekse, gerisi teferruattır.”  na kapılıp, yaptığım şeylerden zevk almayı değil onları sergilemeyi önemsemeye başlamıştım.



Bunları okurken “sen de abartmışsın yani ben o kadar bağımlısı değilim.” dediğinizi duyar gibiyim. Ben de  kullanırken bunları yaptığımı kabul etmiyor, bir yanlışlık görmüyordum. Ama sadece bir dakikanızı ayırarak düşünmenizi istiyorum. 
Artık hangimiz paylaşmayacağımız fotoğraflar çekiyoruz? Yani sadece bizde anı olarak kalması için? Ya da hangimiz mekanda utana sıkıla içtiğimiz kahvenin fotoğrafını çekmeye çalışmıyoruz ki? Hangimiz gittiğimiz mekanlardan yer bildirimi yapmayı sevmedik ki? Hangimiz bir kitap bir kahvenin o duruşunun büyüsüne kapılıp, minnoş paylaşımlar yapmadık ki? Ben büyük bir dürüstlükle itiraf ediyorum; bunları yaptım, yaparken de zevk aldım yalan yok. Ama şunu fark ettiğim an (ki epey geç olmuş, harcadığım zamana hala üzülüyorum.) koşarak uzaklaştım oradan. Yaptıklarımın, paylaşımlarımın hiçbiri benim için değilmiş ki! Sadece beyninizin popüler kültür ile el ele verip size oynadığı bir oyunmuş aslında. Şimdi tüketim kültürü falan deyip son dönemlerin klişe ağızlarına gireceğim ama olay tam da bu aslında!
Benim minimalizm maceramın en güçlü ve beni tatmin eden ayağı hiç şüphesiz sosyal medyayı hayatımdan çıkarmamdı. Yakından tanıyanlar iyi bilir özellikle instagram konusunda hastalıklı bir hal almıştım. Çocukluğumdan beri yazmayı, paylaşmayı hep sevdim. Bu düşünceyle de yaptığım paylaşımların çokluğu beni rahatsız etmiyordu. Ne vardı yani instagramımda 600 küsür tane fotoğrafım varsa, tanımadığım 1000 kişiyi takip ediyorsam ne olmuş yani! Ama mevzu o kadar basit değilmiş!  Halbuki işte tam da burada yaptığım gibi yazıyorum ve paylaşıyorum. Kaç kişinin okuduğu, kaç kişini likeladığını umursamadan sadece yazıyorum. Beni mutlu eden buysa ne gerek var o kadar mesaiye...
 Bir akşam erkek arkadaşımla arabada hiçbir şey yok, giderken birden ben kapatıyorum deyip, tüm sosyal medya hesaplarımı kapatmaya karar verdim ve kapattım. Emir’in yüzündeki şaşkınlığı hala hatırlıyorum şimdi bunu böyle çok önemli bir şeymiş gibi anlatıyor olmam size komik gelebilir ama bunun önemini Emir’e sormak lazım, en iyi o anlatır bence. 
O ki ; sosyal medyayla pek arası olmayan, anlarını paylaşmaktan hiç hoşlanmayan biri olarak , beni ne kadar sevdiğini; benim sosyal medya bağımlılığıma gösterdiği sabır ile kanıtladı.
Şaka bir yana telefonlarımızın ekranlarından gördüğümüz hayatlar bizi sanal bir gerçekliğe hapsediyor ve o standartları yakalayamadığımızda mutsuz oluyoruz. Kendi gerçeklerimizle mutlu olmayı unutturdular bize. Çok dramatik oldu ama hakikaten öyle.  Şimdi vereceğim örneği, genç hemcinslerim eminim ki yaşıyordur. Youtube, bence sosyal medyanın en sinsi canavarı oldu. Bedava bir üyelik ile açtıkları kanallar üzerinden aldıkları, giydikleri, yüzlerine sürdükleri şeyleri paylaşan kız arkadaşlar bir süre sonra sponsorluklarla ‘high end’ denilen markalara ulaşıyor ve onları öyle ballandıra ballandıra anlatıyorlar ki; sen de de ‘hemen almalıyım’ algısı oluşuyor. İçlerinde tabii ki severek, içtenlikle yapanlar var. Benim de görüşlerini önemsediğim isimler var. Ama şu bir gerçek ki çok küçük yaşta, kaynaklara ulaşımı sınırlı olan birçok genç kızın özenmesine ve ulaşamadıklarında mutsuz olmalarına sebep oluyorlar.  Faydaları da yok değil tabii benim gibi rimel bile sürmeyi bilmeyen birine makyaj yapmayı öğretmeleri gibi..  
Her şey kararında güzel tabii ki, ben demiyorum ki herkes bağımlı, bu sosyal medyayı doğru düzgün kullanan kimse yok! Ama bağımlı olmak sadece çok paylaşım demek değil, eğer elinizden telefon düşmüyorsa, günde yarım saatten fazla zamanınızı alıyorsa, telefonunuzun şarjı bir günde hatta günde iki kez üç kez bitiyorsa, internet paketiniz dayanmıyorsa bu işte bir yanlışlık var demektir. Hepsini yaşadığım için söylüyorum. Çok paylaşım yapmıyor olmanız  takip etmediğiniz, saatlerinizi harcamadığınız anlamına gelmiyor.  
Ben hayatımdaki en büyük taşı kaldırıp attım, en büyük bağımlılığımdan kurtulduğuma inanıyorum ve gerçekten çok mutluyum. Çünkü tüm anlarım bana kaldı. Her anın tadını çıkarıyorum, fotoğraflarımı anı olsun diye çekiyorum. Tabii ki sosyal medyaya tükaka demiyorum. 21. Yüzyılda, iletişim çağında sosyal medyanın ülkelerin halklarına, toplumlara sunduğu yararı görmezden gelemem kesinlikle. Ama kararında ve yararlı kullanamıyorsan biraz uzak kalmanda fayda var diyorum sadece. Ben kendime karşı dürüst oldum ve “sen bu işi beceremiyorsun Buse, suyunu çıkartıyorsun.” diyebildim. Belki ileride bu konuda olgunlaştığımı hissedersem, yine sosyal medyada var olabilirim tabii ki kararında, olması gerektiği kadar. Ama şu anda yokluğu ile hayatımda açılan boşluk, bambaşka güzelliklerle dolmaya başladı, o yüzden şimdilik hiç öyle bir düşüncem yok. Size de bu konuda naçizane tavsiyem, kendinize dürüst olmanız. Gerçekten hayata bakışınızı, hayatı algılayışınızı etkiliyor mu? Sizin vaktinizi alırken, sahip olmadıklarınızı, sahip olmak zorunda da olmadıklarınızı gözünüze gözünüze sokup sizi mutsuz ediyor mu, ya da efsunlanmış gibi davranmanıza neden oluyor mu? Gerçeklik algınızı sarsıyor mu? Bu sorulara içtenlikle cevap verebilirseniz, benim gibi köktenci bir anlayışla hareket etmeseniz bile bakışınızın değişeceğinden eminim. Hayat anlardan oluşuyor ve o anlar yanınızda kanlı canlı, ellerini tutabildiğiniz, gözlerine bakabildiğiniz sevdiklerinizle paylaşıldığında güzel.
Sosyal medya diyetim ile ilgili anlatabileceğim milyon tane detay var ama bu benim deneyimimdi, bu kadarı ne anlatmak istediğimi anlamanızda yardımcı olmuştur diye düşünüyorum. Bu yüzden kendi deneyimlerinizi yaşamanızı ve sonuçlarını kendiniz görmenizi çok isterim.  
Bu başlık için son olarak “daha az sosyal medya, daha az sanal dünya, daha çok anı, daha çok keyif” diyorum!

Hayatı sadeleştirmek tek bir yazıda anlatılacak bir konu asla değil, buradan bile aslında ne kadar tüketime battığımızı görebiliriz. Yaptıklarımızı anlatmak için bile milyonlarca sözcük tüketmek zorundayız. Bu yüzden kendi sürecimi belli başlıklar altında toplayıp bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim. İlk yazım da, giriş ve sosyal medya kısmıydı ki daha önce belirttiğim gibi sosyal medya benim hayatımda en çok yer kaplayan şeydi, dolayısıyla benim maceramın ana kahramanlarından da biriydi. Bir sonraki yazıda daha tüketime yönelik alışkanlıklarıma minimalizmi nasıl uyguladığımı paylaşacağım. Gardırop ve kıyafetleri sadeleştirmek üzerine deneyimlerimi aktaracağım.
Kendini bir süredir sosyal medya ile var etmiş biri olarak ( ne dediğimin farkındayım, hoş bir şey değil ama gerçek bu, yeni gördüğüm acı gerçeğim ) uzak kaldığım süre bana çok iyi geldi. Artık daha keyifli, daha rahat biri olmaya başladım.
 Size şunu söyleyebilirim;  minimalizmin beni kendine çeken yanı; hayatın tüm ambalajlarından arınmış, arı halini vadediyor olmasıydı.  Bana, nasıl görünürsem insanların beni beğeneceğini değil, benim aslında nasıl olmak istediğimi bulmama yardımcı olmasıydı.
Bir sonraki postta görüşmek üzere, umarım dikkatinizi çeken, sizde farkındalık yaratan bir dizi olur.

Sevgiyle kalın.


Busi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder