3 Eylül 2015 Perşembe

Kıyıya vuran insanlık...

Boğazım düğüm düğüm, gözlerim yaşlı, kafam karmakarışık, dağılmış durumdayım...
Tüm bunlara sebep tek bir fotoğraf karesi!
Son dönemlerde telefonumdaki gazete uygulamaları dışında internet kullanmayıp, sosyal medyadan uzak kaldığım için gündeme dair sinir bozucu bir çok yorum ve paylaşımdan da uzaktayım.. 
Bu ülkede yaşanan onca acının altında nefes almak her gün daha da zorlaşırken, bugün manşetlerde gördüğüm o fotoğraf, sadece kırıntıları kalan dayanma gücümü tamamen bitirdi...




Kobane'de IŞİD'in saldırılarından kaçıp bize sığınan, buradan da Avrupa'ya geçip hak ettikleri insani düzeyde yaşamak umuduyla yola çıkan bir ailenin çocuğu Aylan...

Yerini, yurdunu bırakmanın ne demek olduğunu bilmiyorum, haberlerden izliyorum ve ben de trafikte yalınayak dilenen o çocukları görünce; onların durumlarını düşünmekten önce kızıyorum, rahatsız oluyorum herkesin yaptığı gibi... Asıl rahatsız olduğum onların bu durumda olmaları mı yoksa onların bu durumda olduğunu görmem mi diye soruyorum kendime? 
 
Gözümün önünde olunca vicdanım daha çok rahatsız ediyor da o yüzden...
Çünkü böyleyiz biz gözümüz görmezse çok duyarlıyız, çok vicdanlıyız ama gözümüzün önüne geldiklerinde onları görmezden gelmek istiyoruz, hatta suçluyoruz bile gelip 'huzurumuzu, yüksek kaliteli elit yaşamımızı' bozdukları için... Ama onları hiç düşünmüyoruz...

Evet nasıl bir duygu bilemem ama kanlı Çerkes sürgününü yaşamış, vatanını, evini bırakıp bilmediği memleketlere gelmek zorunda kalmış insanların yaşadığı zulmün, yıkımın dilden dile her evde anlatıldığı bir yerden geliyorum... Bizde dedeler nineler masaldan önce sürgünü anlatır çocuklara... Dağıldığımı hatırlıyorum ilk dinlediğimde..
Ve o zaman çocuk kalbimle, en çok Karadeniz'in öte tarafında, sahiplerinin peşinden, denize atlayan atların hikayesinden etkilenmiştim.
 
Geride bırakılanlar acıtıyor insanı...
Gece yatağımda ağladığımı hatırlıyorum... 
Canım çok acımıştı düşündükçe...

Yıllar sonra yine öyle canım acıyor...
O minicik bedenin kıyıya vurduğu kare öyle canımı acıttı ki yüreğimi söküp atmak istedim...

Düşünüyorum şimdi O ki; yaşı henüz çift hanelere bile ulaşmamışken görmüştü savaşın soğuk yüzünü... 

Düşünüyorum gelirken neler bıraktı evinde aklı ermeden... Belki duvarları beyaz sıvalı bir odada bir beşiği vardı cam kenarına dayanmış... Yok yok annesi soğuk olur diye gözünden sakınmış, cam kenarına koymamıştı beşiği; üşümesin diye yavrusu...
Nasıl da kıydılar o annenin yavrusuna...
Bir can yeleğini bile çok gördüler...

 Koca koca adamların elinde oyuncak olurken geride bıraktı belki de kenarı kırık, tek oyuncağını... 
Düşünüyorum yaşasaydı belki bisiklet isteyecekti babasından, belki de istemişti de alamamıştı babası...
 Okula gidecekti... Biraz büyüyecek bir kız sevecekti... 
Ortadoğu'daki yitik çocukluğunun üzerine Avrupa'da bir hayat inşa edecekti...
 Belki çok okuyup, çok iyi yerlere gelecek, topraklarına dönecek faydalı olmak isteyecekti... 
Ya da belki Avrupa' da o çok anlatılan ikinci sınıf vatandaş muamelesini görecekti yaşadığı sürece...
 Ama ne olursa olsun yaşayacaktı...
 O anne ona her baktığında Allah'a şükredecekti...
Bırakmamış anneleri Aylan ve abisini onlarla birlikte can vermiş... 

Gerideyse ailesi için kurduğu hayalleri, yapmak isteyip yapamadıkları içinde kalmış, bitik bir adam, acısı üstüne yığılmış bir baba bıraktılar... Öyle bir baba ki onca acısına rağmen 'barış' diyor... 

Keşke kulak verseler o babaya... İktidarların ego, güç ve para ekseninde dönen savaşlarında can veren evlatların annelerini dinlemediler, bir günde tüm sevdiklerini kaybeden bu babayı dinlerler mi?..


Gazetede yazıyordu bugün ' minik bedeni kıyıya vurdu' diye...

Onun minik bedeni kıyıya vurdu ama kocaman melek yüreği kanatları oldu, gökyüzüne uçtu Aylan...

Peki ya biz? 
Bizim kıyıya vuran insanlığımız, varlığımız, içimizde insana dair kalan kırıntılar, ne varsa her şeyimizle biz kıyıya vurmadık mı? Tüm bir insanlık kıyıya vurmadı mı?
 Ahmet Hakan yazmış bugün köşesinde " affet bizi çocuk ölümün kucağına bıraktık seni" diye..


Ne güzel demişti oysa Nazım;
  "Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler"

Sana dünyaları vermek isteyen babanın dünyasını başına yıktılar çocuk!! Seni aldılar elinden!.. Doymadılar anneni, abini de... Ecel değil, kader değil çocuk! Buralarda savaşlardan, kazalardan, aymazlıklardan, rantlardan ecele pek sıra gelmez çocuk! 


Affetme bizi çocuk asla affetme, bakma bize yukarıdan, unut bizi çocuk!
Bize bakıp kirletme o gülen gözlerini...

Busi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder