19 Ağustos 2015 Çarşamba

Tegerama'nın yollarınaaa...



  Uzun bir aradan sonra gezdim, gördüm ve yazıyorum:)
 
  Geçtiğimiz hafta can dostum ile beş günlük bir kaçamak yaptık. Ankara'da ısınan havalardan sahillere kaçanlara inat biz bir 'challenge' tadında daha da sıcak Anadolu topraklarına çevirdik rotayı...Arkadaşımın ailesini ziyaret amacıyla atladık otobüse, çıktık yola...
 
  Ermenice ismi ile Tegerama; bugün Gürün olarak bilinen Doğu Anadolu sınırları içinde kalan ama Sivas'a bağlı, Malatya yakınlarında küçük bir kasaba... Uzun zamandır bu kadar küçük sıcak bir yerde bulunmanın huzurunu hissetmemiştim. Gece dörtte otobüsten inip direk eve geçtiğimizde gördüğüm manzara göreceklerimin adeta habercisi oldu...



   Kaldığımız evin terasından görünen bu harika gökyüzünde güneşin doğuşunu da izledikten sonra yol yorgunluğu ile hemen uyuduk..
 
   Sabah Doğu'da olduğumu iliklerime kadar hissederek kan ter içinde uyandıktan sonra geldiğime pişman mı oldum acaba diye düşünürken kahvaltı için başka bir eve misafir oluyoruz. Ev sahibesi Fadime Teyze'nin kendi elleriyle dalından topladığı kayısı ve vişnelerden yaptığı harika reçellerle kurulu sofraya oturuyoruz. Gürün'de oldukça yaygın olan; sobada patates yapılmış. Ben bahçede kurulu sobadan çıkmış kabuklu, pişmiş patatesi kahvaltıyla anlamlandırma evresindeyken masadakiler keyifle yemeye başlıyorlar. Kahvaltının başında böyle bocalayan ben değilmişim gibi kahvaltının sonunda reçeli patatese sürmüş hunharca götürüyordum:)
    Sıra geldi etrafı keşfetmeye...
    Evden dışarı adım atar atmaz sokaktaki eski Ermeni evleri mimarisi ile gönlümü çaldı... Söylenilene göre Ermenilerden kalan bu evlerin altından çok sayıda gömü çıkmış ve yerel halk bu gömüler sayesinde epey 'kalkınmış'...

 
Çoğu evde hala yaşayanlar var...

     Küçücük çarşısını da gezdikten sonra küçük yerlerin en sevdiğim yönü olan komşu gezmelerine katılma fırsatı da buldum. Altın günü tadında, önceden tanışmadığım her yaştan kadınla bir araya gelip pasta börek yiyip, sohbet etmenin bu kadar keyifli olabileceğini hiç düşünmezdim. Ama öyle sıcak ve içtenler ki kendimi hiç yabancı hissetmedim. Evine gittiğimiz Medine teyze ve diğer tüm hanımların ne kadar genç gösterdiklerini hayretle inceledim:) Ve anladım ki buranın havasından mı suyundan mı bilinmez kadınları gerçekten çok güzel ve genç gösteriyorlar:) 
     Neredeyse her evin kendine ait bir bahçesi ve bu bahçede çeşit çeşit meyve ağaçları var. Ama tabii ki en çok gördüğüm meşhur kayısı ağaçlarıydı... Dalından koparıp meyve yemeyeli yıllar olmuştu... 
 Evin torunu, şirinlik abidesi küçük Nida'nın eşliğinde tüm bahçeyi, oksijeni içime bol bol çekerek büyük bir keyifle gezdim...  

 
Tam mevsimi olduğu için böyle kurumaya bırakılmış kayısıları her evde görmek mümkün...

    Gündüz sıcağıyla yaksa da, boz dağların sarısı ile doğasının yeşilinin birlikteliğine hayran kaldığım Gürün'ün sokaklarını gezmekten bıkmadım...
Küçücük olan çarşısında yan yana dizili dükkanları geçtikten sonra Belediye Binası'nın bulunduğu yere geldiğimizde bizi karşılayan; görkemli eski kalıntılardı...Hititlerden kalma bu kalıntılar o dönemde kale olarak kullanılmış.


    Alevi ve Sünni nüfusun bir arada kardeşçe yaşadığı bu küçük yerin en büyük camisi merkezdeki Ulu Cami olsa da etrafta başka daha küçük birçok cami bulunmakta... Kaleden aşağı, merkeze doğru inerken bir dönem sinema olarak kullanılmış yıkıntıları fotoğraflarken buranın da Ermenilerden kalma olduğunu öğreniyorum...



   Akşam serinliği biraz hissedilirken eve dönüyoruz ve ilk günümüzü bu şekilde bitiyoruz.

   Ertesi gün yaptığımız plana uyarak erken bir kahvaltıdan sonra Gürün'e on km uzaklıktaki Gökpınar Gölü'ne gidiyoruz. Yol boyunca Doğu Anadolu'ya has bitki örtüsünü gördükçe hayran kalıyorum.. Doğanın yeşiline her zaman hayranımdır ama sarısının beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmezdim. (Bu tatilden sonra anladım ki Gürün başlangıçtı, bir Doğu turu farz oldu artık.)

 
Gök pınar Gölü'ne geldiğimizde tahminimden çok daha güzel bir görüntü ile karşılaştım.

    Eğer benim gibi soğuğa dayanamayan biriyseniz; derinliği sekiz metreden başlayıp yirmi beş metreye kadar giden bu suda bırakın yüzmeyi ayaklarınızı bir dakikadan fazla tutmanız bile pek mümkün değil... Ama doğal kaynak olarak gölün çevresinde akan sulardan içmeden buradan ayrılmamanızı tavsiye ederim.
    Burada pikniğimizi yapıp, göl üzerinde su bisikleti ile küçük bir gezintiden sonra dönüş için yola koyulduk. Akşam güneşi batarken yol kenarında bin derde deva kantaron bitkisinden toplamak için durduk... Daha önce yağının açık yaraları kapatmaya yardımcı olduğunu duyduğum kantaronun bu kadar güzel bir bitki olduğunu bilmiyordum.


    Gürün'deki üçüncü günümüzde erkenden kalkıp canım Hayriye Teyzem'in odun ateşinde sacda pişirdiği pazılı gözlemeleriyle, ve yöreye özgü 'kuymak' ile bahçede, kayısı ağaçlarının altında yaptığımız kahvaltıdan sonra evde dinlenmeye çekiliyoruz. Ertesi gün oldukça yoğun olacağı için enerji topluyoruz.
    Gürün'de gezmek için ayırdığımız son günümüzde sabah erkenden yola koyuluyoruz ve ilk durağımız bölgede bulunan kanyonun yer aldığı Şuğul Vadisi oluyor..
  Aynı zamanda alabalık çiftliğine de ev sahipliği yapan Şuğul'da ilerledikçe doğanın harikalarına şahit oluyoruz. Kanyonun arasından geçerken altımızdan akan suyun serinliği ile ferahlıyoruz... Suyun akışını mı izleyeyim, kanyonun görkemini mi fotoğraflayayım bilemiyorum:)


 
Yukarıda görülen fotoğraftaki kayalıkların üzerine Hititlerden kalma yazıtlar bulunuyor.


      Buradan çıkıp ikinci durağımız olan Gün pınar Şelalesi'ne geliyoruz. Diğer adıyla Somuncu Baba Şelalesi'nin, kaynağını yüz on metreden alan suyu iki dağın arasından öyle gürül gürül akıyor ki sıcaktan bunalmış bünyemin suyun altına girme isteğini dizginlemekte hakikaten zorlanıyorum:)



  Gün pınar'ı da gördükten sonra son durağımız meşhur Darende oluyor... Burada Somuncu Baba Türbesi, balıklı kuyular ve Tohma Çayı'nı görme imkanı buluyoruz.


     Tohma Çayı'nın üzerinde bulunan çardaklarda piknik yapanların yanı sıra çayın sularında rafting yapıldığını da uzun sırayı görünce anlıyoruz:)


Somuncu Baba Türbesi

 Çayın kenarından uzanan merdivenleri çıkıp Balıklı Kuyuları görmeye gidiyoruz. Rivayete göre 74 Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gece buradaki tüm balıklar kaybolmuşlar ve harekatın bitiminden sonra kiminin gözü kör, kiminin kuyruğu kesik yani 'gazi' olarak dönmüşler. Bu sebeple Kıbrıs Gazisi Balıkların hikayesini bilmeyen yok burada...



         Tatilimizin son gününü de bu şekilde fazlasıyla yorgun ama yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile bitirdik. Belki arkadaşım vesile olmasaydı yolumun hiç düşmeyeceği bir yerin güzelliklerini keşfetmenin, güzel insanları ile tanışmanın keyfini yaşadığım için çok mutlu oldum.
Yanı başımızda keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerden yalnızca biriydi Gürün... Nicelerini görmek dileğiyle...
 
 
Busi




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder